Bize küçükken hep fiziksel şeylerden korudular hiç ruhumuzla ilgilenmediler. Üzüldüğümüzde ne yapmalıyız, öfkelendiğimizde ne yapmamalıyız, başardığımızda, kaybettiğimizde… ilgi, şefkat, özür dileme, teşekkür etme, nazik olma, sakin kalma…. bunları pek öğretmediler. Bence büyürken insan en çok bu yüzden zorlanıyor. Ne yapacağımızı bilmiyoruz.
Hasta olduğumuzda “ben sana terli terli su içme demedim mi, ben sana şunu yap demedim mi” diye laf ederler. Bir şeye üzgünsen hemen en sevdiğin yemeği yaparlar e malum Zülfü Livaneli’nin sözüne yine gelecek olursak “Anadolu’nun kadim geleneklerine göre her acının ilacı yemekti.” Ya da “git elini yüzünü yıka bir kendine gel” derler. Ağlarsın “ağlama” derler. Canım acıyor dersin “geçer” derler:) Böyle bir coğrafya bizimkisi…
Ama işte ne öğrendiysen onu yapıyorsun. Ben de üzgünsem en sevdiğim yemeği yapar ve en sevdiğim içeceği hazırlarım kendime. Makarna ve çay… Herşeyin olmasını umduğum gibi basit ve sade…🙂